16 Kasım 2009 Pazartesi

Melisa ve Selvi



Çok klişe bir hikayenin farklı bir penceresinden bakış olacak bu yazı için, "zengin-fakir" ayrımının yaş tanımadığını girişte belirterek bir başka klişeye imza atayım. Neyse, mevzuya gelelim.

Sene 1996 gibi. İlkokul 4. sınıftayım. Bayağı kalabalık bir sınıf var. Farklı gelir ve kültür düzeyine sahip insanlarının çocuklarının karışık bir şekilde yer aldığı bir sınıf. Öğretmen çocuğu da var, kapıcı çocuğu da, mühendis çocuğu da... Sınıfta bir kız var. Adı Selvi. Çirkin bir kız çocuğu. Üstünde eski-püskü bir önlük. Saçını iplik ile bağlıyor. Ayakkabısı yırtık ve çamurlu. Derslerde başarısız. Kimsenin muhattap olmadığı birisi. Herkesin dalga geçtiği, arkasından "bitli, pis" gibi şeyler söylediği bir kız.

Bir de Melisa var. Zaten isimden bile nasıl biri olduğunu hayal etmişsinizdir. Güzel yüzlü, temiz pak önlüklü, marka kırtasiye gereçleri kullanan, süslü-püslü çantası olan, sınıfta herkesin sevdiği, derslerinde başarılı, o zamanın popülerlik şartları içersinde beraber takıldığı kız arkadaş grubuyla bayağı havalı bir çocuk.

Bir gün sınıftaki kavgaların artması ve yan yana olanların bayağı bir sohbet havasına bürünmesi üzerine, öğretmen yerleri değiştirmeye karar verir. Bir dizi değişiklik ardından yerinden memnun olmayanlar vardır. Kimler memnun değil sorar öğretmen. Bunlar arasında Selvi de vardır. Sıra ona geldiğinde "kiminle oturmak istiyorsun?" der öğretmen. Selvi gülümseyerek "Melisa" der. İşte o an gözümü Melisa'ya çevirdiğimde sanırım kadınlara ilk kez uyuz olduğum anı yaşamama neden olmuş bir hareketle karşılaşırım. Sanki yolda gördüğü bir at bokuna bakar gibi, kokusunu içine çekmiş gibi, tiksinerek bakar Selvi'ye. "Yok öğretmenim, ben onunla oturmam" deyiverir en şımarık haliyle. Onu kuvvetle muhtemel tanımıyordur. Büyük ihtimal hiç konuşmamıştır. Sadece adını bildiği ve tiksindiği bir kızdır. Selvi'nin yüzü düşer. Hayatında yaşadığı belki ilk kırgınlıktır bu. Ama son olmadığından bayağı bir eminim.

Her ne kadar "aman ya çocuklukta olur böyle şeyler" diyecek olanlar olsa da, tepkinin ne kadar da içten gelen ve bir 10 yıl sonra da benzer bir olay yaşansa tekerrür edebilecek bir sahne olduğunu görmek için, müneccim olmaya gerek olmadığını söyleyebilirim.

İşte böyle. "Fahişelik" insanın ruhunda bulunur malesef ve doğuştan gelir. Her yaşta dışa vurumu farklı olur. En önemlisi de Bakidir.

15 Kasım 2009 Pazar

Soğur Zamanlar... (Bölüm beş: Sana Rahat Uyku Yok!)


Başkent Ekspresinin kalkmasına birkaç dakika kalmıştır. Berk garın büfelerinin birinden aldığı bayat sosisliyi yemektedir. İlayda'ya haber verip-vermemek arasında gidip gelmiş en sonunda sürpriz yapmaya karar vermiştir. Geleceğinden Samet haberdardır sadece. Sabırsızlıkla Berk'i beklemektedir.

Berk trene geçer. Suyundan bir yudum alır. Trendeki öğrenci çiftleri izlerken yüzünde düşünceli bir ifade vardır. Aslında yaptığı her şey saçma gelmektedir ama attığı adımın devamını getirmek isteğindedir. Hareketten kısa bir süre sonra Samet'e mesaj atar. "ok kardeşim. Bekliyorum" yanıtını alır. Ve yolu izlemeye koyulur. Tam o sırada Eskişehir'de;

-Hareket etmiş mi tren?
+Evet. Gelmesine yakın gara geçerim ben.
-Hmmm ok. Nası bir tip eleman?
+İyidir ya. Muhabbeti falan güzeldir.
-Hayret sen sevmezsin genelde arkadaş muhabbetlerini. Demek hakikaten kafa birisi. E tanıştırırsın artık bizi de, meşhur arkadaşınla.
+Tanıştıracağım tabi, ayıp ettin.

İlayda hala ismi sormaya çekinmektedir. Berk yanıtını duymamak için, "adı neydi?" diyememiştir. Bir yandan da kuruntu yaptığından emindir.

Samet ise 80'de oyuna Semih'i sokan Fatih Terim gibi düşüncelidir. Acaba aldığı bu risk ile beklediği golü atabilecek midir? İlayda ile Berk karşılaştığında, şok anı sonrası neler olacaktır. Hepsini kafasının içinde ince ince işlemektedir.

Berk ise çoktan uykuya dalmıştır. Ne kadar uyku denebilirse artık... Her seferinde gördüğü rüyalar, kabuslara dönüşmektedir. Sıçrayarak uyanmakta, sonra tekrar uykuya dalmaktadır. Ancak bu olayı sürekli yaşamaktadır. Arada bir, gözleri mahmur dışarıya bakar. Karı gördükçe içi üşümektedir. Kar sanki zamanı da etkilemektedir. Dakikalar da sanki soğuktan etkilenmişçesine üşümektedir. Zaman soğumaktadır. Kafasından tıpkı benim gibi cümleler geçiren hisli çocuğumuz Berk, ufak not defterini çıkartıp bir şeyler karalamaya başlar.

Eskişehir'de ise yatakta uzanan iki cansız beden vardır. Birbiriyle konuşmayan, yabancı, soğuk ama yanyana iki beden. Düşüncelere dalmıştır ikisi de. İkisinin de düşüncelerindeki adam aynıdır. Ancak düşüncelerin senaryoları, sözleri, durumları, kahramanı ve düşmanları farklıdır. Samet sessizliği bozar;

-Ne düşünüyorsun?
+Hiiiç. Ya sen?
-Hiiiç. Bi şeyler mi yesek?
+Olur.

Berk bu sırada uykuya dalmıştır. Uykusundan sıçratacak bir kabus olmasa da ortada, yine de mutlu, deliksiz ve sakin bir uyku içerisinde değildir.

Devam edecek...