27 Aralık 2009 Pazar

Küçük Hesapların Adamı


kimisine göre aptallık. kimisine göre haklı bir eylem. genellikle şartlar sizi buna iter. biraz köylü kurnazlığını da içinde barındırır.

aydınlanma şunun ile başlar;

-anne?
+efendim oğlum?
-evde çikolata falan yok mu?
+yok. ama mandalina var. şimdi onu ye, akşam baban getirir.

daha çocukluktan bu tribe girersiniz. sonrasında buna göre taktikler geliştirirsiniz. sanırım ilk olarak o gün adım atmıştım bu psikolojiye...

ilkokul alış-verişi yapılmış. çanta, önlük, defter, kitap falan. birçok çocuk gibi okula gitcem tribiyle çantayı falan sırtıma takmışım. otobüse bindik eve dönmek için.

-oğlum o çantayı çıkar sırtından da torbaya koyayım. şimdi öğrenci parası ister muavin.
+...

işte, annemin bu lafıyla, bir özel halk otobüsünde başlayan bu yolculuk, ileride tam bir canavar yaratacaktı... neyse, ortaokulda da devam eder bu trip.

-al sana 500.000.
+baba az bu ya?
-idare et oğlum.

her ne kadar 500.000 lira bu devirde üç daire bir de araba parası etse de, o yıllarda sadece bir sosisli ve meyve suyu alabiliyordunuz. ama ben napıyordum? bir süpermarketten kola alıp, çantaya zulalayıp, kantinden de sosisli ya da tost alarak karnımı doyuruyordum. bazen o parayı harcamıyor, internet kafede counter strike oynuyordum. hatta orta sonda euro 2000 çıkartma albümüne, daha fazla paket çıkartma alabilmek adına evden kaşarlı ekmek götürüp, yemek parasını kenara ayırdığım da çok oldu.

lisede de durum pek değişmedi. arkadaşlarla dışarı gezmelerine ya da beğenilen bir şeye para ayırmak için okulda aç kalmalar, iddialar, talih oyunları, ufak çaplı alım-satımlar (oyun, malum tarzda filmler, kullanmadığım hediyeler...) ile yolumuzu buluyorduk. tabi ergenliğin çoşması ile istekler de artıyor. saç jölesi, parfüm, müzik dergileri, imaj değişikliğinin aldırdığı kıyafetler falan... bayram harçlıkları çarçur edilmez, ayakkabı, kot pantolon falan alınırdı.

üniversitedeyken seviye daha da artıyor. içkiye, gezmeye, eften püften şeylere bok gibi para giderken, yeri gelince "amaan orda yemeyelim orası çok pahalı" diyorsunuz. allah'tan devlet üniversitesinde okuyan birçok öğrenci, normalde bu hesapların insanı olmasa da üniversite yıllarında yokluktan bu tribe giriyor. çok göze batmıyorsunuz.

sonra işsizlik kısmı var. işte burada ibreyi sona vurduruyorsunuz. "okul bitti, çalışsın" mantığı ile evden aldığınız para azalıyor. asosyal hayata da bu noktada adım atıyorsunuz.

-kanka gelsene taksimdeyiz.
+yok be abi, canım sıkkın bugün. evde takılacam.
-lan gel...
+eyvallah abi. başka zaman.

akbil 6. duyu organınız oluyor. dolmuş, minibüs gibi araçlara binmek size acayip mantıksız geliyor. bir hatta otobüs varsa, minibüse binilir mi lan? hele taksiden bahsetmiyorum bile. gecenin bir vakti otobüs bittiğinde, gerekirse yarım saat yürüyorsunuz. ama o taksiye binmiyorsunuz! bir yere gidildi mi cepte para yoksa "mmm bugün de hiç içesim yok. ama neyse yalnız bırakmayayım sizi de bir 33'lük içeyim" diyerek yolunuzu yapıyor, biranın ilk yarısını normal seyirde, kalan yarısını, 15 dk'lık zaman dilimleri içerisinde içiyor ve hemen bitirmiyorsunuz. dışarıda yemek yemiyorsunuz tabi ki. ancak çok acıktığınızda yanınızdaki kişiye "şurada çok şirin bir lokanta biliyorum. çok çeşit yemek var. fiyatları da fena değil" diyerek onu esnaf lokantasına götürüyorsunuz.

-nasıl kanka? güzel di mi yemek?
+hacı eşşek eti mi lan bu, 1 liraya köfte mi olur mk?
-ne eşşeği olm? hiçbir şey olmaz. o kadar insan yiyor bak. eheheh.
+(içinden) kodumun mezarcısı...

evet, umut sarıkaya karikatüründe güldüğünüz adam oluyorsunuz.

uçan kuşa borcunuzun olduğu bu dönemde, bir borcu, başka borçla kapayamayacağınız gerçeğini de öğreniyorsunuz.

sonra işe giriyorsunuz. çıkıyorsunuz. giriyorsunuz. çıkıyorsunuz... derken bir işte bir süre devam ediyorsunuz. işte orada rüyadan uyanıyorsunuz. artık cebinizde para var. her istediğinizi yapamasanız da kendi ilgi alanlarınızda birçok şeyi yapabilirsiniz. bu noktada hayata karşı büyük bir bocalama dönemi oluyor. küçük hesapların adamı olmanıza gerek yok artık!? yani artık 25 kuruşluk kahveye, 5 lira verebilirsiniz. artık zamanın paradan önemli olduğunu kavradığınızdan yeri geldi mi dolmuş gibi araçlara binebilirsiniz. artık "pakedi 75 kuruş mk. her gün evde çıkan şey" diye dışarıda yemediğiniz o soslu makarnaları mideye indirebilirsiniz. beğendiniz bir şeyi almak için sezon sonu dönemini beklemenize gerek yok. cafelerde çayı ince belli yerine kupada, barlarda bira yerine farklı içecekleri içebilirsiniz. artık sevgiliniz için, "çiçeğe vereceğim para yerine işine yarayacak bi hediye alayım" demenize gerek yok. çiçeğe bile para verebilirsiniz.

her ne kadar geçmişten kalan alışkanlıkların getirisi olarak, yukarıdakilerin bazıları sizi arada rahatsız etse de, küçük hesapların adamı olmaktan yavaşça uzaklaşıyorsunuz.

yine de bunun güzel bir getirisi oluyor bünyede. her şart altında geçinebilmek, hayatta kalabilmek sizin uzmanlık alanınız oluyor. bir gün, yeniden, cebinizden kelebekler çıktığında, neler yapmanız gerektiğini biliyorsunuz.

18 Aralık 2009 Cuma

Soğur Zamanlar... (Bölüm altı: Çarpışma anı)


Berk istasyona çok yaklaşmıştır. çantası sırtında, gözü yolda, bir an önce trenin yanaşmasını beklemektedir.

Samet ise garda beklemektedir. Ağzında sigara hafiften yağan karın altında, paltosunun yakalarını kaldırmış treni gözlemektedir.

Derken Başkent Ekspresi gelir! Yavaşlar ve durur.

Berk iner trenden. Samet'i görmüştür. Biraz uzaktan, ona doğru bakmaktadır. Birbirlerine doğru yürürler.

-Vaaay dostum nasılsın? Hoşgeldin!
+Hoşbulduk Samet. Sen nasılsın abi?
-Ne olsun ya? Aç mısın?
+Biraz.
-Gel eve gidelim. Kız arkadaşım da bende. Bir şeyler yeriz beraber.
+Eyvallah.

Samet uzun süredir kurguladığı büyük dram anına çok yakındır. Paltosunun cebine soktuğu elleri titriyordur heyecandan. Heyecanını bastırmak için konuşmaya devam eder. Bir yandan yürüyorlardır da...

-Eeee şimdi ne yapalım?
+Hele bir yarın olsun da abi. Sabah ararım diyorum. Bilmiyorum belki ağzını ararım olduğu yeri öğrenir oraya giderim. Sen ne diyorsun?
-Yarın olsun da, bakarız abi. Şimdi bir güzel dinlenirsin.
+Eyvallah abi, sağ olasın.
-Bu arada eve yaklaştık. Şu sokaktan giriyoruz abi.

Apartmandan içeri girerler. Asansöre binerler. Berk ne kadar sakinse, Samet o kadar heyecanlıdır. Çıkmaları gereken 3 kat daha kalmıştır. O 3 kat sanki dakikalar alıyormuş gibi gelir Samet'e. Bir an önce uzun süredir beklediği o anı yaşamayı, o anı izlemeyi bekliyordur.

Asansör durur. Samet kapıyı açar. Anahtarı cebinde olmasına rağmen, kapıyı çalar. Kapıyı İlayda'nın açmasını ve beklenmeyen bir karşılaşmanın yaşandığı o anı bekliyordur. "Geldiiiim" sesi gelir derinden. Berk gözleri yarı uykulu yere bakmaktadır. Samet sırıtmaya başlamıştır. İlayda kapının kolunu çeker.

-Merha... BERK!?

Berk'in gözleri bir anda fal taşı gibi açılır. Başından aşağı kaynar sular dökülmüştür. Bu ve benzeri bir çok atasözü ve deyimin açıkladığı anı yaşamaktadır. Hiç beklenmedik bir anda sert bir tokat yemiş gibidir. Samet'in ise gözlerindeki zevk, tatminkarlık doruğa ulaşmıştır. Hayatındaki en büyük orgazmı yaşamaktadır. Hem de giyinikken ve efor sarfetmiyorken. Derken Berk konuşur...

-Ne... Ne işin var senin burada?

Hala inanmak istemiyordur gerçeğe. İlayda yutkunur. Konuşamıyordur.

-Söylesene ne işin var burada? Cevap ver. Samet ne oluyor burada? İlayda'nın burada ne işi var?
+Sana dediğim kız arkadaşım-dı kendisi...
-Nasıl ya? Nasıl yaparsın bunu İlayda? Neden yaparsın ha?

Bir anda Samet'i içeri iter. Kapıyı kapatıp, boğazına yapışır. Gözleri dolmuş, sesi titriyordur.

-Biliyordun di mi orospu çocuğu? İlayda'nın benim olduğunu biliyordun di mi piç kurusu?
+Bilmez olur muyum göt. Bile bile, isteye isteye yaptım bunu. İstediğimi de çok çabuk aldım doğrusu.
(Berk Samet'in çenesine vurur.)
-Peki neden göt herif!? Neden?
+Haketmiştin bunu Berk. Hatırlıyor musun, dershane zamanında bir kız arkadaşım vardı. Burcu. Hatırladın mı onu?
-Evet. Ne olmuş ona?
+Senin yüzünden bitmişti o ilişki göt herif. O da burada biliyor musun? Şimdi onunla aynı evde yaşayacaktık. Birlikte ve koyun koyuna. Ama senin yüzünde...
-Ben ne yaptım be şerefsiz!?
+Çünkü sana aşık olmuştu. Bunu da bana söyledi biliyor musun? İki senemi verdiğim, bütün hayallerimin ve planlarımın başrolü beni terk etmişti. Senin için. Anladın mı şimdi göt? Ben de İlayda'yı buldum. Çok koştum peşinden ama sağ olsun yormadı beni. Aldı koynuna, yatağına... Devamını ister misin?

İlayda'nın donuk bakışları arasında, Berk on round sonra gaza gelip Ivan Drago'nun amına koyan Rocky gibi dövmüştür Samet'i. Samet her ne kadar ağzı, burnu kırılırken kahkahalara boğulsa da. Berk ağlamaktadır. Yere çökmüştür. İlayda konuşmaya çalışır ancak sesi çıkmıyordur.

-Neden İlayda? Neden yaptın bunu bana he? Neden?
+Sen uzaktayken, ruhlarımız da ayrılmış gibi geldi bir an Berk. O anda da Samet vardı yanımda. Bir an şeytana uydum. Sonra dönemedim bir daha. Ama kalbimi hiç ona vermedim. Kalbim hep seninleydi.
-Ya bir siktir git! Okuyorsun iki-üç saçma sapan kitap böyle Paris'te yaşayan entel ve özgür ruhlu şuh kadın triplerine giriyorsun uyuz oluyorum. İki gün elini tutmadık diye mi bunları yaptın bana? Yazıklar olsun. Sana başka hiçbir şey demiyorum.
+Üşüyorum Berk. Soğuyor her şey. Bu şehir, evim, okuduğum okul, kalbim... Zaman bile soğuyor Berk. Yavaşlıyor, işlemiyor sen yokken.
-İlayda sus artık. 18 yaşındasın. Girme artık yazar triplerine. Soğurmuş. Soğusun. Geber lan! Bana ne bu saatten sonra. Ah ben ne salağım, aaah! Hayatta başarılar İlayda. Sana yakışan bir noktadasın şu an. Çok uzaklaşma.

Der ve çıkar o evden Berk. Aşağıya iner. Eskişehir'de, gecenin kör bir vakti, boş bir sokakta yürüyordur. Lapa lapa kar taneleri de eşlik etmektedir ona. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmeden ilerliyordur yolda. Gözlerinden akan damlalar bile soğumuştur. Kalbi hariç tüm yaşamı donmuştur.

Bir gün tüm hayatının ısınacağı güne kadar, buzların eriyeceği güne kadar, her şey soğumuştur...

-----SON-----

Ceyyar Film