16 Ocak 2012 Pazartesi

En Büyük Lefter


"Yuh be! Allah cezanızı vermesin! Ah, Fenerbahçe bu adamlara mı kalacaktı? Nerede Lefterler, nerede bunlar..."

Çocukluğumdan itibaren sık sık benzerlerini duyduğum bir cümleydi babamdan. Fenerbahçe'ye kim gelirse gelsin hep O'nu anardı. Ben de merak ederdim kim bu diye. Ufacık aklımla yarışırdım. "Ne kadar olabilir ki? Ne yani Ronaldo'dan, Zidane'dan daha mı iyi?" diye.

Zaman içinde daha iyi tanıdım onu. Gerek babamın anlatılarından, gerek belgesellerden, gerekse röportajlarından. Sadece büyük bir futbolcu olduğunu değil, büyük bir insan ve büyük bir Fenerbahçeli olduğunu da öğrendim. Futbolculuğun milyonlar kazandırmadığı, endüstri olmadığı yıllarda hayali büyük bir takımda oynayıp çok zengin biri olmak değil, sadece Fenerbahçe'de oynamak olan biri olduğunu öğrendim. Üstünde kazakla, ayağında bir potinle, saha yerine bir tarlada dakikalarca koşup, adam çalımlayıp, gol attığını ve böyle mutlu olduğunu öğrendim. Kendisine dininden dolayı "gavur, kefene" diyenlere insanlığıyla cevap verdiğini öğrendim. Sadece birkaç maçını eski vidyolardan izleyebildik malesef. Ama O'nu izleyenler öyle güzel betimlediler ki her çalımı, her pası, her golü gözlerimde canlandı hep. Öyle bir insan ki, en büyük rakibi Galatasaray'ın kalecisi Turgay Şeren kendisinden ve oyunculuğundan hep iyi bahsediyor. Öyle bir Fenerbahçeli ki röportajlarında Fenerbahçe'den bahsederken hep sesi titriyor, gözlerinin içi gülüyor. O'nu sevmemek mümkün müdür?

Kendisine "pis rum, gavur" diyenlere inat Türk milli takım formasını giymiş, Yunanistan milli takımının para karşılığı teklifini reddetmiş, bir Yunanistan maçında iki gol atmış ve bu olay bir Yunan gencinin kanına dokunarak intiharına yol açmış. Sonucu acı bir olay belki ama O'nu yabancı gören faşist duygularından sıyrılamayan insanlar için söylüyorum bu kısmı. He en verimli çağında futbolu bırakıp, dört sene Diyarbakır'da askerlik yaptığını da belirtmek lazım tabi ki...

Fenerbahçe'yi takım olarak tutmaktan ziyade Fenerbahçeli olmak ve renklere aşkla bağlamak O'nun sayesinde oldu benim için. İşte bu yüzden çocukluk efsanelerim Ronaldo, Zidane, Cantona, Klinsmann, Bergkamp, Rıdvan, Okacha veya günümüz starları C.Ronaldo, Messi vesaireden çok daha büyük futbolcu. Bu yüzden o vefat ettiğinde sanki uzaktaki bir akrabam ölmüş gibi bir şok geçirdim ve gözlerim doldu. O'nu hiç tanımasam da, O'nu hiç izlemesem de...

"Ver Lefter'e, yaz deftere..."

Kamera ve 2011

Geçtiğimiz senenin, geç kalan bir analizidir.

Okuldan mezun olduktan sonra, uzun süre evde pineklemiş ve saçma sapan işlerde çalışmış biri olan ben sonunda bir arkadaşım vasıtasıyla bağlantı kurup sektöre üç sene aradan sonra giriş yapmıştım. Kamera asistanı olarak. 2011'in başında gerçekleşen bu olay ile zaten bütün bir yılı çalışarak geçirdiğimden yılın analizini iş mevzuları üzerinden yapmak zorunda kalıyorum.

Günde 12 saat uyumaya alıştırdığım bedenimi, günde 16 saat çalışmaya programlamak zor geldi başta. İşe sıfırdan başlayınca bir sürü şefim oldu. Şirketteki şefler, setteki şefler olarak iki ana başlıkta toplayacağımız bu şefleri daha da açmak gerekirse bir sürü alt başlıkla karşılaşıyoruz. Bu sebepten işin derinine inmiyorum.

Sürekli dinamik bir iş. Devamlı hareketlilik söz konusu. İş yeri diye çalışmaya gittiğiniz yer her gün farklılık gösteriyor. Ekipte değişiklik oluyor veya siz başka bir yere gidiyorsunuz. Dolayısıyla bir anda çalışmaya başladığınız adamlar da değişiyor. Yani diyeceğim o ki herhangi bir alışkanlık, bir ritüel yaratacağınız bir iş değil. Daima değişken, daima hareketli. Alışma ve bağlanma duygunuz yavaş yavaş kayboluyor yani.

                                  
Hatay-ST. Simon'da...



Garip beklentiler söz konusu. Mesela sette 19. saate girdikten sonra sizden herhangi bir işi koşarak, coşarak, zıplayarak, hoplayarak yapılmanız isteniyor. Başta bu durumu garipseseniz de bir süre sonra gece saat 04.00 sularında elinizde bir case ile koşar halde buluyorsunuz kendinizi. Mekanlara, insanlara ve huylara alışkanlık söz konusu değil belki ama işe ve komutlara her daim alışkansınız.

Bir süre sonra insanları tanıyorsunuz. Herkesin bir oyun halinde olduğunu, herkesin birbirinin arkasından iş çevirdiğini, ayağını kaydırmaya çalıştığını ve herkesin yalakalık yaptığını, birbirini pohpohladığına şahit oluyorsunuz. Utanıyorsunuz, tiksiniyorsunuz. Sonra alışıp bu duruma gülmeye başlıyorsunuz. Hatta bazen siz de bu oyuna katılıyorsunuz. Bazen mecburi, bazen isteyerek...

Nerelere geldim ben ya!? Sanki Yeşilçam'da 40. yılım bir kitap yazıp içimi döküyorum... Alt tarafı geyik yapacaktım konu nerelere geldi. Neyse velhasılıkelam geçtiğimiz seneyi komple çalışarak, koşturarak, omuzdan kamera alarak, lens değişerek, polarize takarak, kablo çekerek, sinirle, stresle ama bir o kadar da eğlenerek ve sevdiğim işi yaparak geçirmiş bulunmaktayım. Bakalım ilerleyen yıllar sektörde ve vakit kalmayan özel hayatımda neler getirecek bana. Hep birlikte göreceğiz...