28 Mayıs 2010 Cuma

Hallederiz




"Hallederiz abi. Yaaa yaparız ya n'olcak!?"

Son bir sene içinde farkettim ki yaşama tarzım, hayat felsemem tam olarak bu. Üşengeçlik adeta damarlarımda geziniyor.

-Açık öğretim vizeleri yaklaşıyor?
+halleriz olm rahat ol.
-Abi finaller?
+hallederiiiz...

sonuç: bütünlemeler beni bekler.

Bu sadece bir örnekti. Daha neler var neler... Ne? Tamam anne ya, geliyorum içeri birazdan. Evet biliyorum, perdeler bir haftadır asılmayı bekliyor, tamam asacağız...

27 Mayıs 2010 Perşembe

FC Behlül vs AC Bihter


Yok arkadaş! Çok dizi tuttu bu ülkede. Çok dizi sevildi. Çok dizi fenomen oldu. Ama Aşk-ı Memnu gibi olamadı hiçbiri.

Maç izler gibi dizi izledi tüm ülke. A+ izleyici kitlesine de hitap etti, Mehmet Emmi'ye de. Liselisi de izledi, yaşlısı da. Ama öyle normal bir diziyi izler gibi değil.

"Behlül de herkese bombalıyor haaaa."

"Bihter tam bir kaşar."

"Adnan ne biçim adam ya..."

"Benceğ tutkunun ve aşkın, zaman ve mekan tanımadığını adeta yüzümüze çarpan post-modern yaklaşılmış bir uyarlama."


Yani cuma günleri her tarafta, her kesimden insan bu diziyi konuşuyor, kritik yapıyor. Ortaya da bu tarz yorumlar çıkıyor. Peki, diğer dizilere nazaran neden bu kadar öne çıktı Aşk-ı Memnu?
En önemli faktör özentiliğimiz. Eve bakalım. İstanbul'un en güzide mevkilerinden birinde bulunan bir köşk. Uşaklar, spor arabalar, yatlar, pahalı hediyeler, kaliteli elbiseler... Zengin bir hayat görüntüsü. Çoğunluğu çeken ilk nokta bu. Herkesin isteyebileceği cinsten imkanlar... Sonra ana karakterlere bakıyoruz. Bihter; güzel genç bir kadın. Yediği önünde, yemediği ardında (isteyenler burada mecaz arayabilir.) Zengin bir koca bulmuş, bir yandan da aşk hayatını sürdürüyor. Behlül'e baktığımızda manzara farklı değil. Yengesinden, kuzenine geniş bir platformda o dal senin, bu dal benim uçan bir seks böceği. Yakışıklı. Paralı. Yani ülkemizdeki emek harcamadan zengin olma hayali kuran birçok gereksiz gencin olmak istediği kişi.

Aşk, ihtiras, aksiyon. Bu ise yukarıda saydığımız insanların hayatında hiç olmamış, hep akılların bir köşesinde, bilinçaltlarının derinliklerinde kalmış bir ayrıntı. Mesela;


"Allah korusun ya. Ay çok kötü. Kocasını yeğeniylen aldatıyor."

şeklinde tepkiler veren evli kadınlar. Kötü buluyor bunu. Kendisi ile kıyaslamaya aklı aklımıyor. Çünkü baskı ile büyümüş. İlişki anlamında pek bir tecrübesi olmadan muhtemelen tanımadığı biriyle evlenmiş. Çoluk, çocuk derken klasik bir hayat içerisinde bulmuş kendini. Dizideki yaşam tarzından çok uzakta. Ama ilgi ile takip ediyor. İzlerken ağzı beş karış açık kalıyor. Şaşkınlık, merak, ayıplama gibi tepkilerle yaklaşıyor olaya ama bu ihtiraslı ihanet bir yandan da hoşuna gidiyor.
Bu da neyi getiriyor? "Behlül kazağı geldi, Bihter donu bulunur, Firdevs hanımın kolyesi vardır, Adnan iktidar hapları gelmiştir..." örnekler çoğaltılabilir. İnsanlar büyük bir keyifle bu dizi hakkında konuşmaya başladıkları gibi, bu karakterlerle de özdeşleştirir oldular kendilerini. Onları taklit etmeye başladılar.

-Kııız duydun mu Muharrem'in karısı, bizim Hüseyin'in kardeşiylen kaçmış.

+Demeee!? Vay adiler, vay şerefsizler...

-Ay dün Behlül ile Bihter yine seviştiler.
+Vallahi yakalanacaklar diye çok korktum.


Olay bundan ibaret. Normal hayatta nefret edilen, ayıplanan, şerefsizce bulunan bu olay, ekranlarda gerçek bir aşk destanına dönüşüyor. Neden? Çünkü bilinçaltında yatanlar, özenilen hayatlar bu denli kokmuş bir çöpten ibaret.


-İşte Behlül'den muhteşem bir atak. Derken avantaj Bihter'e geçiyor. Yapma Behlül! Döndürme Bihter'i...




23 Mayıs 2010 Pazar

Mikail Hates Us All


Hay Allah'ım ya!

Mayıs ayının son dönemi. Baharın en güzel günleri. Havalar sıcak ama yakmıyor, bunaltmıyor. Dışarısı cıvıl cıvıl. İstanbul'daki yeşil, yol kenarlarındaki ağaçlardan ibaret olsa bile ağaçlar, çiçekler mis gibi. Dışarısı kalabalık. Kafeler dolu. İnsanlar neşeli. Arkadaşlarla toplanmış içiyoruz...


Yani böyle olması gerekiyor tabi. Ama dünyanın dengesi son dönemlerde iyice sapıttığından hazirana yaklaştığımız şu günlerde hala güzel havalı günlere geçebilmiş değiliz. Ulan pazar günü. Mis gibi uyumuşum, kahvaltımı yapmışım, sevgilimle buluşacağım. Bakıyorum hava kapalı. "Olsun" deyip, bir şemsiye kaparak fırlıyorum evden. Kapıdan çıkıyorum yağmur başlıyor. Açıyorum şemsiyeyi. Daha sitenin kapısından çıkmadan yağmur şiddetini arttırıyor. Daha otobüse bineceğim durağa varmadan, şemsiyenin yardımları sayesinde koruduğum kafam ve omuzlarım haricinde her yerim sırılsıklam oluyor. Bakıyorum etrafta bir insan yok. "Tek aptal ben miyim?" diye düşünüyorum bu noktada tabi. Ayakkabımdan gelen "culup" sesini duyduktan sonra, gerisin geri dönüyorum. 15 dakika sürüyor gezme maceram. Yere bakıyorum ıslak bir gazete kağıdında "Akıllı ol" yazıyor. Mikail uyarıyor, "ben istemezsem durağa bile gidemezsin" diye ayarı veriyor. Sonrasında eve dönüş, kurulanma safhası ve hapşuruklar. Ardından camdan dışarı bakıyorum. Yağmur dinmiş. Sinirlerim daha da kalkıyor.


Tamam ya. Tamam sen kazandın Mikail. Ama Allah için sağanak yağmur yollama daha. Lütfen. Allah'ın adını verdim bak?

21 Mayıs 2010 Cuma

22 Yaş



Kusura bakma. Sen gideli biraz zaman geçti ama uğurlama sahfasını geciktirdim.

Monoton hayata alıştırdın beni. Sanırım en büyük katkın ya da kazığın bu oldu. Durgunluk, düzenlilik, şehir yaşantısında daha büyük sorunlar seninleyken geldi.

Özlem çekmeyi alştırdın. Uzun yollara alıştırdın. Fedakarlık hakkında güzel sırlar öğrettin.

Alelade bir misafir olarak geçip, gittin hayatımdan. Üstüne uzun methiyeler düzemeyeceğim ya da uzun ağıtlar yakamayacağım. Genel itibari ile iyi bir yol arkadaşıydın. Hakkında söylenecek en doğru söz bu olsa gerek.

Hoşçakal.